ÇİÇEK KANADINDAN DÜŞTÜĞÜM DÜNYA




Bir Nisan vakti doğmuş yalnızlığım.
Bahar demişler ama karları erimeyen yüreğim ne baharı görebilmiş ne de yazı.
Bir yokluk mesafesinde durmuş kimsesizliğim. Ellerimle vurmuşum kanatlarından göğümde ki kuşlarımı.
Bir gece yarısı doğmuş sessizliğim. Çok beklemiş gözlerim camlarda, tükenen ümitlerimi.
Bir çiçek kanadından düşmüşüm dünyaya. Ama dünya soldurmuş renklerimi.
Bir ikindi vakti sormuşum varlığıma, yokluğum kaç hece eder diye.
Bir seher vakti alıp başımı düşmüşüm kendimin peşine. Her attığım adım daha çok uzaklaştırmış beni kalbimden. Takılmış aklım geçtiğim tüm yerlere.
Bir yağmurluk, bir rüzgârlık zaman diliminde düşmüşüm yüreğimin ellerinden yusufî denen kuyuların en dibine.
Bir çiğ tanesinden düşmüşüm yaşamak denen bu sancılı ağrıya. Yine de bıkmadan, usandırmadan sormuşum yokluğuma; varlığım kaç sevinç eder şu arsız insanlığa.
Bir kuşluk vakti kesmişim biletimi tüm gidişlere. Her gidiş bir kalış bırakırken kentlere, bir sahil kenarında bomboş bakışlarla izlemişim çekip giden gün ışıklarını.
Şehirler, kentler, mevsimler geçmiş bahar rengi gözlerimin önünden.
Meselâ demişim; meselâ hayat ne kadarda erken başlayıp, geç bitiyor bu semtin karşı yakasında.
Islanmış toprak kokusuna tutunmuşum inatla. Yağmurlara savurmuşum güneş rengi saçlarımı.
İçimde ne devletler yıkılmış, ne hayatlar roman olmuşta bi kendi romanıma hayat uyduramamışım.
Bir bahar dalından düşmüşüm dünyaya. Ama bahar nedir bilmiyorlar, çiçekleri solduruyorlar.
Dev şişko kel dünya; düştüğüm çiçek kanadından, düştüğüm bahar dallarından atıyor beni dipsiz karanlık kuyulara.
Ama bilmiyorlar işte baharı, bilmiyorlar bir çiçeği sevmeyi, bilmiyorlar bir çiçek kanadından dünyaya düşmenin ne muazzam bi olay olduğunu.
Ama bilmiyorlar işte, bilselerdi keşke...

Yazının tüm hakları korunmaktadır.