AKŞAM ÜSTLERİ HEP GENCİZ




Kalbime bir yerden daha çentik atarken zaman ben hüznümü yüzümde ki yağlı urganlara asıyorum.
Acı ıslık gibi tüterken içimizde bir kez daha asılıyoruz hayata ve kavruluyoruz oradan oraya savrulan ayrık otları gibi, gölgesi düşüyor yaşamak denen hengamenin izleri avuçlarımızdan yüzümüzün karanlık kuytularına.
Akşam üstlerini topluyorum akrebin yelkovana değdiği yerden ve diyorum ki akşam üstleri bir avuntudur, hüznün o sersem kekremsi burukluğudur içimizde dolup taşan.
Dönüp bir daha yoklarken zamanı, güneşin battığı yerden sesleniyorum kızıllığı hüküm giymiş şehirlere.
"Hey duyun kulak verin bana! Bir sır vereceğim siz yamalı acıların asıldığı bu beton yığınlarına.
Duydunuz mu içimden kopan koca bir umursamazlık nehrinin su seslerini.
Hey! sevgili insanlık duy beni açta kulaklarını dinle ruhumdan sızan sesleri; acının hırka giydiği insanlık, akşam üstleri ne boş bir avuntudur ki hep genciz, içimizde bunayan ve huzursuzluğun bastonlarının çıkardığı tok sese tezat düşen bir serzenişle, akşam üstleri hep genciz."
Ruhumda çocukluğunun taş bebeklerine ninni söyleyen o sarı saçlı kızın mırıldanışları yankılanırken harlanan acılarımı asıyorum annemden kalan sızı iplerine demiri paslanmış mandallarla.
Hüzün içimde bir bumerang gibi sürekli tekrar ediyor ve ben hüznüme çiçek kokulu nevresimler bağışlayıp saçları dağılmış yalnızlıklarımı bir yarayı okşar gibi okşayıp misafir ediyorum.
Acı sürekli kendini doğurup yeni bir acıya gebe kalırken, içimden bir kumaşın yanık kokusu gibi koku salıyor kalbimin yanık izleri.
Gece her şeyi ikiye katlama hünerini sunarken insanlığın yaralı yanlarına, gökte ki salınan ay kadar beyaz bir teni komşu ediyor odamın eski duvarında ki islenmiş bir kırık ayna.
Sineme ağır gelen sözler ve omuzlarımı düşüren yüklerin ağırlığından beli bükülüyor yaşam denen savaşımın.
İçimizde tarifini yapamadığımız huzursuzlukları geceden sabaha yolcu ederken söyleyemediğimiz kelimelerin her harfi adedince yoğruluyoruz bir çıkmazın ortasında.
Elimizi uzattığımızda dibe batmaya yüz tutmuş zaman dehlizinden kurtulmak isterken, siliniyor ömrümüzün kara parçaları, eski bir mürekkebin kağıttan silindiği gibi usulca.
İçimde bir annenin yaramazlık yapan çocuğuna verdiği nasihatlerin kırıntıları kol gezerken bir kez daha yüzümü zamana ısmarlayıp yorgunluklarımı düşmeye ramak kalmış göz kapaklarıma uğurluyorum.
Ben zamanın bizleri eskittiği o tozlu yoldan geçen bir yolcuyum sanki ve geçtiğim yollar tenimde dikenli bir gül rayihası bırakıyor.
Koca bir "ah" salınırken renksiz dudaklarımdan yeşili maviye çalan gözlerimin derinliklerinden içimde tütsülenmiş yaraların rengarenk kabukları düşüp toprağın bağrına karışıyor.
Hırsımı çıkaramadığım her geçen güne yarım ağız bir gülüş sunarken ömrümün takvim yaprakları düşüyor ağaçların dallarından düşen sararmış yapraklar gibi.
Yine de diyorum; zamanın bizi eskitmesine tezat düşerken, gündüzleri diz kapakları tutmayan ömrümüze baston yapıp, akşam üstleri ne kadar da genciz değil mi?


Yazının tüm hakları korunmaktadır.