HÜZNÜMÜN SOL YANI "EYLÜL"



Yine geldi ömrümün en bezgin mevsimi.
Ceviz ağacından yapılmış gönül sandıklarımızdan çıkaralım şimdi hüzünleri.
Yazın o sersem akşamlarında kıyıya köşeye teptiğimiz acıların ve serzenişlerin üzerinden silme vakti şimdi tüm toz zerrelerini.
Hafifçe esen rüzgarın savurduğu perdenin uçuşması gibi uçuşuyor şimdi umutlarımız.
Mevsimler gelip geçerken benimsiyoruz, yine bir Eylül akşamının derinliklerini.
Ne de çabuk yeşili sarıya dönüyor yaprakların ve sararan yapraklar gibi sararıyor gözlerimin yeşili.
Bozarıyor ömrümün baharları ve yerini ufukta gölgesi beliren kurşuni renkli bir kışa bırakıyor.
Ben o çabucak biten bir yazdan düşüyorum dünyaya, gövdesi baharın ilk tohumları ile budanmış bir kadınım oysa ki.
İnsan hüzünlenmek için Eylülü mü bekler, yoksa Eylül müdür hüzünlerimizin mevsimi?
Şimdi artık geceler daha uzun, acılar ise daha derin ve yastıklarımız da ki göz yaşlarının izi boğuyor benliğimizi
Şimdi geceler daha serin ömrümüzün üşüyor yalnız yanları, içimiz de bir sessizliğin sancıları.
Toplanıp gidiyor sol tarafımızı saran o hengamenin belirsizlikleri.
Bak yavaş yavaş doluyor terk edilişlerin vagonları, tüm yüzlerde ise hüznün izleri.
İnsan bu ayda daha çok sarılıyor yalnızlığına ve avuçlarını yakan bardağında ki çayın buğusuna.
Eski bir plaktan çalıyor şimdi hüzün türküleri ve siliniyor kağıttan silinir gibi sevgi türkülerinin izleri.
Sinesine sarı bir yaprak düşüyor sukunetimin ve izliyorum buğulu bir camın ardından insanlığın bezginliğini.
Yoruyor diyorum Dünya ve Eylül omuzlarıma yüklenen bir ağırlık gibi sanki.
Her mevsimin ve her günün bir namı varken; mesela diyorum, mesela pazartesi sendromdur insana ve insan kurtuluş bilir cumayı. 
Nisan ayı nevruz bellenir, Temmuz geceleri hoşluk verir yüreklere.
Eylül diyorum Eylül ise gitmek mevsimi olup şiirler yazdırır ve hüzünle doldurur kimsesiz kalpleri.
Sorgusuzca geçiyor zaman ve ben bir saatin ibresinden damlıyorum yalnızlığın sinesine ve damladığım yerde bırakıyorum yaralarımın izlerini.
Günler ise yeri doldurulamayan bir boşluk hissi gibi sanki.
Ne de çabuk geçiyor ömrümüzün mevsimleri ve soluksuzca düşüyoruz hüzün ile geçirdiğimiz bir geceden sabaha.
Kafesine aşık bir muhabbet kuşu misali seviyoruz yalnızlığımızı ve benimsiyoruz zamanın sinemize damıttığı soğuk bir sanrıyı.
Uçuşuyor şimdilerde Eylül gibi ömrümün tüm beyaz perdeleri.
Ve ben menteşesi soyulmuş eski bir camın ardından izliyorum gelip geçen insanlığın gölgesini.
Eylül diyorum; Eylül alıp götürse de bir gamzelik sevinçlerimizi, karşılıyoruz yine de bayram sevinci gibi kapı önlerinde hüzünleri ve aşk bozumu olan bu mevsimi.
Hoş geldin Eylül, hoş geldin hüznümün soluk mevsimi, gönlümün buruk yanı...

Yazının tüm hakları korunmaktadır.