MEYYÂLLER ARASI BİR DÜNYA





İnsan bazen yorgunum da diyemiyor.
Sükûtunu alıp avuç içlerinde saklamaktan başka yolda bulamıyor.
Gitmeye kurulu saatler gibiyiz.
Elimizden gelene de, gelmeyene de asma kilitler vurup tıka basa dolu valizler ile kaçmaya dünden meyyâlli ve meraklıyız.
İçimizde uçmanın ve kuş olmanın türküleri ağıtlar yakarken kenarları oyalı mendillere benzeyen acılarımızı ahşap sandıklara kaldırıp ezelden yanmış ve yangın yüklü yüreklerimiz ile tutuşup kalıyor benliğimizin etekleri.
Bağışıklık kazanmış yaralarımızı kedilerin başını okşar gibi okşuyoruz, ama yaralarımıza da uzaktan bakıyor gecenin kendisini sabaha bıraktığı gibi bırakıyoruz yara açan ellere kendimizi.

Bedenlerimiz gitmek ateşi ile kavrulurken, susmalarımız ise yanmaya dünden meyilli.
Madde denen esaretin içerisinde debelenip duruyor, maneviyat denen kavramı kapı dışarı edip gecenin ayazına uğurluyoruz. 
Hep elde tutulana rağbetimiz, oysa görünmeyene yüreğimize dokunana sırtımız dönük.

Zaman zaman kendimizi tozlu raflarda asılı duran, okunmak istenmeyen o eski kapaklı kitaplar gibi hissediyoruz.
Kimse kimsenin kitabının kapağını açıp içerisinde ne yazıyor diye bakmıyor.
Oysa birbirimizde aradığımız huzur, yahut hakikatler bakmaya tenezzül etmediğimiz satır aralarından el uzatıyordu insanlığa.

Yenilip duruyoruz boyuna aklımıza ve alabildiğince ızdıraplar yüklüyoruz kalplerimize, bir yenilgi daha yaşıyoruz belkide.
Hiç sordunuz mu? kalbine yenilenler neden darda diye.
Oysa ki kalp dediğimiz et parçası; güzellikler ile hemhal olmaya ulaştıran yol değil midir bizleri?
Ama insan neden kalbine yenik düştüğün vakit,yağmurlu gecenin koynunda tenha bir sokağın en izbe köşesinde terk edilmiş gibi hissediyor kendisini?

Birde bakıyoruz ki üstü açık uyuyan insanın buz tutmuş bedeni gibi buz kesiliyor tüm yalnız yanlarımız.
Oysa ki annemizde uyarırdı bizi "evladım üzerin açık uyuma! Uyuyan insanın üzerine kar yağar" diye.
Kar mı? yağdı üzerimize, acıdan saçlarının ucu kırılmış insanlığımızın tepesine.
Avare kimliklerimize ne yapsak olmuyor, ne çare arasak yokluk ile kocaman bir boşluk arasında kanat çırpıp duruyoruz.
Gönül bahçemizi talan etmelerine izinler yağdırıp sonrasında kurumuş dallarımıza ümitler asıyoruz.
Dilek ağaçlarına çaput bağlamak kadar boş olan yaşamın yakasına dört elimiz ile sarılıp, boş mezarları sular gibi suluyoruz gönlümüzün talan edilmiş bahçelerini.

Şimdi oturup şehrin bir yakasında ki o boş bankın üzerine sorgulayalım; biz kime ne anlatıyoruz?
Kimde varız, yahut kimde yokuz? diye.
Bahçelerimizi talan eden bu dev ayaklar ve yüreklerimize hüküm giydirmeye çalışan bu kaba saba eller kimin eseri diye?
Soralım şimdi kendimize; bizi bizden iyi bilenden başka varacak durağımız, soluklanacağımız duvar dibi var mı? diye.
Ve soralım kaç hece eder yokluğumuz, ya da varlığımız kaç kere hecelenir bu düzende...


Yazının tüm hakları korunmaktadır.