YAZMAK ADINA NE VARSA




Merhaba sevgili okurum.

Yazmak bir tecrübe meselesinden ziyade, istek ve arzudan oluşan bir olgudur. Bazen olur ki yazmaya kelam bulamaz insan, bazende kelimeler insanın ömrüne hüküm giydirir. Hele ki hüzün yoldaşın ise ve biraz da mazoşist bir yapıya sahip isen, ver elini bütün kelimeler yürekler fethetmeye gidelim seninle.
Burası benim kelimeler ülkem... Bazen yazılarım üzerinden çok güzel dönüşler alıyorum siz okurlarıma minnettarım. Mail adresime ve sosyal paylaşım sitelerimde sizlerden sıklıkla aldığım sorular arasında "yazmak için ne yapmalıyım? Nasıl konu buluyorsunuz? Sizi neler motive ediyor?" gibi bir takım sorular silsilesi ile karşılaşıyorum. Eğer sen de yazmak ve bu konu hakkında bilgi almak istiyorsan ülkeme hoş geldin demektir.

Küçüklüğümün elime tutuşturduğu tahta kalem ile başladım yazı yazmaya. Beyaz en sevdiğim renkti çünkü beyaz defter yapraklarına, kalemimden harfler düşürmek daha o yaşımda büyük bir haz veriyordu bana. Yaşım küçüktü ama yazı yazarken yaşadığım o huzur devasa büyüktü. Bazen korkularımı yazdım bazen hüzünlerimi, bazende sevinçlerimi karaladım o beyaz sayfalara. Zaman o kadar arsız bir şey ki, öyle de hızlı geçti işte. Bir zamanlar elimden düşürmediğim kalemi, yetişkinliğimin bulvarlarında tekrardan elime aldığımda bu sefer hüzünlerimi yazdım. Çünkü insan büyüdükçe çocukluk yaraları yaşı ile beraber daha çok büyüyor. 

Hüznü sanırsam seviyorum ve bundan garip bir şekilde huzurda buluyorum. Belki de beni huzurlu kılan "ben hüzünlü yüreklerdeyim" diyen bir muştunun güzelliğidir. Biliyor musunuz? insan yazmak istediğinde küçük bir toz zerresinden bile ilham alabiliyor. Bazen güneşli bir günde attığı adımlardan sesleniyor kelimeler kendisine, bazende gözünün kısılmasına sebebiyet veren o güneşin gülümsemesinden düşüyor kelimeler insanın yüreğine. Yazmak, insanın içinde keşfedilmemiş bir dürtüdür. O dürtüye tepki verebilenler yazmanın derin kuyularına dalarak öğrenirler kelimelerin büyüsünü. Anlamlar yüklediği satırlardan huzur bulmaya ve o huzuru insanlar ile paylaşmaktan zevk duymaya başlarlar. Çünkü güzellikler paylaşılarak çoğalır, çünkü mutluluk gibi huzurda bulaşıcıdır. 

Anlamlar bazen yama tutmaz ve kelimeler bazen yamasız anlamlar ile bütün olur. Bu yüzden önce bırakalım her şeye bir anlam yamamayı. İnsanı, yama tutmayan acıları da motive edebilir, sisli bir kirpiğin varlığı da. Bazen ruhumuzdan bir tını kopar gelir yüreğimizin tam ortasına bağdaş kurar ve işte o kelimelerin eşiğinden adım atmaya başlayan eski bir şarkıdır duyulur. Ve müzik önerebileceğim en iyi motivasyon aracı olabilir. Siz kaleminizden akan mürekkep damlalarını kağıt ile kavuşturduğunuzda çalsın arka fonda yorgun tınılar. Kalbinizin kulağına çalınan yorgun tınılar muhakkak kaleminizin kulağına da fısıldayacaktır ne yazması gerektiğini. Mürekkep damlalarını muhakkak beyaz kağıt ile kavuşturmayı ihmal etmeyin. Biliyorsunuz sevenleri kavuşturmak sevaptır. Öyle varsayılır epistemolojik bir düşüncede. 

Yazmak için bir başlık, bir konu gerekli midir? Hayır gerekli değildir. Çoğu kelimeler sahipsiz olduğu gibi, yazılarda bir başlığa sahip olacak diye bir şey yok ki. İnsan kalemi iki parmağının arasına sıkıştırdığında, bazen konu başlığı o sıkışan parmak etleri bile olabilir. Her şeyin bir anlamı illaki vardır ama, her yazı bir konu başlığına sahip olmak zorunda değil ki. Hem kim bize öğretti her şeye bir ad koymayı. Bazen adsız yazılar adı olan yazılardan daha çok yer kaplar yüreklerde. Kağıda düşen bir nokta mürekkep ile insan kelimeler denizini aşabilir. Bazende o düşen minik mürekkep noktasında bile boğulabilir. 

Şimdi sen sevgili okurum.
Önce karar vermenin dehlizinden geç. Daha sonra dal kelimelerin deryasına, boğulmakta senin elinde o denizi aşmakta. Bana sorarsan eğer ben çoktan boğuldum o kelimeler denizinde. Ama sen aşmayı da bil boğulup kurtulmayı da. Anlamlar yama tutmaz sevgili okurum. Her şeye anlam yüklemenin ve her şeye bir ad koymanın sâkilliğinden kurtul ve yüreğinin odalarında salınan o hüznü kat yoluna. Aç sesini ruhundaki tınıların ve kavuştur mürekkebi beyaz kağıtlar ile. Hem ne deniliyordu epistemolojik bir düşünce de “Sevenleri kavuşturmak sevaptır” öyle değil mi?...